Bazı şiirler vardır ki; dizelerinde barındırdığı tasvir gereçlerinin altında ezilir, okuruna vermek istediği masum duygular. Okur, duygulanmak yerine neredeyse bu imgelerle bombalanır; siperde ateşkesi bekleyen okura göre, rastgele açılan yaylım ateşinden başka bir anlam taşıyamaz imgenin ardında bıraktığı izler.
İmge; duyguları canlandırarak, okurun düşlediğinde dimağında yaşatabildiği birşeylere benzetip anlatmayı sağlar. Bilimsel olarak imge; (i) zihinde tasarlanan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, hayal, hülya; (ii) genel görünüş, izlenim, imaj; (iii) duyu organlarının dıştan algılandığı bir nesnenin bilince yansıyan benzeri, hayal, imaj. Duyularla alınan bir uyaran sözkonusu olmaksızın bilinçte beliren nesne, olaylar, hayal, imaj’dır. Bir şiirin okunası olması için, genelde duygu patlamasını yaratan; sadece derin sözcükleri barındırması değil, onları havaî fişeklere benzeten görselliği ve imgeleri olması gerekir. İmgelerle sağlanan derinlikse, yaşamın çelişkilerini başarılı bir örgü ile veren, çoğul olay veya fikirleri birbirine dokuyan bir kurgunun varlığından doğar, bir zekâ işidir. İmgelem, somutluğun devâsa boyutlarında bile şiirde patlayıcı etkisi yaratır. Küçük bir yüreğin de aslında ölçüsünü öngöremediğimiz ışık yılları kadar büyük çöküntü deliklerine düşebileceğinin uyarısını verebilir. Şiirler varolsun ki; olmayana ergi yöntemine izin verip, imgelerin masalsı enginliğinde dolaştırabiliyor dimağları, ayrıca gönüllerde bir yer bulma çabalarına da güzel bir ortam yaratıyor hep.
İmgenin dozu artırıldığında, duygulandırma gücü de aynı oranda artmaz; tam tersine, konudan uzaklaşmak, konuyu odağından şaşırtmak, daha geniş bir yelpazede algılanmasını sağlamak isterken sahanlığını sığlaştırmaktan öte faydası olmaz. Dizelerdeki imgelerin yoğunluğu, şiiri manilerden uzaklaştıran tek gereç olarak dikkati çeker her zaman.
İmgenin dozu azaltıldığında ise abartısız gelişen düşleme gereçleri /imgeler/ ile birlikte, didaktik olduğunun farkına varılmadan okunur bazı şiirler; bunlara açıkça “eğitmen şiir” diyebiliriz. Üstelik yalın imgelerle donatılmış dizeler, anlaşılır ve akıcıdırlar.
Okur, daha önce görmediği, başka yaşam alanlarında kullanılan somutlukları, nesne adlarını, ilgisiz kavram betimlemelerini aynı şiirde ardışık dizelerin içine sinmiş, perçinlenmiş olarak bulur. Bunları gören alçakgönüllü ve gelişme sürecini yaşayan sanat aşıkları; bu kadar çok sayıdaki çarpıcı imgenin bir araya gelişini önemserler; bazılarının da imrenmesiyle sonuçlanır böylesi imgelem cümbüşleri; özgün yollarından sapmalarıyla, şiir anlayışlarını bile değiştirmeleriyle sonuçlanabilir.
Buna yönelik bir örneği de, herhangi bir kent şiirinden çıkarabiliriz. Kent desenlerinin bezeli olduğu bir coğrafya, çoğu yaşamın içinde anlam kazandığı köşe bucakları barındırır. Kentin belli mihenk taşları olan semt adları, oraları ezber edenlerin acılarını, sevdâlarını taşır. Buluşma yerleri olarak da kullanılan bu mahâller, eğer şiir içinde yoğun olarak yer alıyorsa; kente yabancı kalan okurların bilemeyeceği yerel işlevleri nedeniyle, böylesi imgeler şiirin derinleşmesini ve yaygınlaşmasını kısıtlayabilir. Oysa genelleşen imgeler, sadece şiirin değil, bir yaşam olgusu olarak değer taşıyan bu kentin de ruhlardaki etkisini veya derinliğini artırır.
Bir dizede tam bir yapının /tümcenin/, özellikle imge içeren parçalarla birbirinden ayrılması; okuru, imgesel tamlamalara odaklar. Bundaki gizli amaçsa; şairinin imgesel buluşlarının öne çıkarılması olabilir ancak; uyaklardan veya akıcılıktan koparak, özgün bulgu becerisi sergilenmiş olur; şiirselliğin sadece derinlikten ibaret olduğu; felsefî makalelere öykündüğü, diğer kıstaslar için harcanması gereken emekten tasarruf edildiği gözlenir giderek.
Bir şiire egemen olan ağır imgeler, bazukalarını kuşanır ve bir mühimmatın caydırıcı gücünü hissettirmeye başlar şiirde. Ancak her şeyi kotaramazlar; geride kalan, bir levâzım erin taşıyacağı bir kâse özüt, heybesinde yoğuracağı tayın, yürekle savaşacak gücü derleyip toparlaması için kan gibi duygu hamurunu verecek kıvamdır, mayadır.
Şiirdeki imgenin, düşlere daldırma gücünü kullanarak, vermek istediği mesajından okurunu koparması sonucunu doğurmak; şiiri, kendi silâhı ile vurmak anlamına gelmez miydi?
21.05.2011
Sanal Paylaşımda Etik – İdarî ve Teknik Öneriler
Etik, pratik felsefenin insanların ahlaki eylemlerini konu alan ve bir eylemi ahlaki açıdan iyi bir eylem yapan niteliksel durumla ilgilenen bir alanıdır.İletişim etiği, son derece geniş bir konu olarak yüz yüze iletişimden kitle iletişimine, tek yönlü iletişimden interaktif iletişime, megafondan multimedya teknolojilerine kadar akla gelen her tür iletişim biçimini ve aracını kapsar. Kitap, kayıt, film, bilgisayar, yazılım, televizyon, müzik, radyo, gazete, dergi, reklam, halkla ilişkiler endüstrilerinin her birinde etik sorunlarından söz edilebileceği gibi, eğitimden siyasete, sanattan bilime iletişim öğesinin yer aldığı her tür etkinlik de etik ilişkilerine konu olabilir (1).
Net etiği; kısaca Netiquette adı verilen kurallar geliştirilerek, bilgisayarların ve internetin kullanımında dikkat edilmesi uyulması gereken davranış kodları belirlenmeye çalışılmaktadır. Computer Ethics Institute’ye (Bilgisayar Etik Enstitüsü) dayanılarak hazırlanan ve netiquette’in temelini oluşturan ‘on emir’den ikisi; (i) Başka insanların entelektüel bilgilerini kendinize mal etmeyin; (ii) Bilgisayarı saygı duyulacak, hakkında bahsedilecek şeyler için kullanın; olarak verilir. İnternet iletişim kuralları; başkalarına karşı saygı, biçimsel özen ve içerikle ilgili özen konularında yoğunlaşmaktadır. Kimliğini saklayabileceğini umarak gerçek yaşamda benimsenmeyen davranışları sergilememek; saygılı olmak; duygusal yönden rahatsız edici iletilerin yayılmasına olanak vermemek; geçerli bir gerekçe olmadan kimliğini gizlememek; gereksiz yere büyük harfler ile yazışmaktan, sık sık özel simgeler kullanmaktan, esprili ya da alaycı anlatımlardan kaçınmak; başkalarının veri kaynaklarını, düşüncelerini ve yazılımlarını sahiplenmemek; kişilik haklarına ve özel yaşama saygı göstermek gibi kurallara uyulması istenmektedir. WEB paylaşımcısının, eleştirilere açık olmak, hatalarını kabul etmek gibi bireysel yükümlülüklerinin yanında toplumsal yükümlülükleri de olmalıdır. toplumun esenliği, sağlığı ve güvenliğine uygun paylaşımla yapmalıdır (1).
Yeni teknolojilerin kolaylaştırdığı fikri mülkiyet ihlalleri, mevcut mevzuat ile önlenememekte; sorunlar da koşut olarak artmaktadır. Çoğu WEB sitesinin en büyük çekincesi, çalıntı şiirleri yayınlamak, yahut bilmeden hukukî sorumluluk yüklenmektir. Belki alıntı yapmak; siteleri fazla bir yükümlülük altına sokmayabilir. “alıntı” ibaresinin unutulduğu gerekçesine dayalı olarak. Şiir ekleme sayfalarının altına, bu açıdan bir ibare konularak sorun, en azından kurumsal açıdan çözümlenmiş olabilir. Ancak kişiler açısından, telif hakkı doğuracak kadar gelişen bir şairin, şiirlerini çekip, kitabında yayınlamayı düşündüğü bir anda, telifin belirtilmediği bir ortamdan sanal olarak çalınan şiirler, başka adlarla, kısmen de olsa kullanılabilmektedir. Hattâ bazen, bulunduğumuz paylaşım sitelerinden, gruplarından buna benzer olayları duyulmakta, ancak çoğu kez de kanıtlar kişiselliğini koruduğundan, inandırıcı bir tepki veya çözümle sonuçlanmamaktadır. Sıklıkla, çalıntıya özenenler afişe edilmekte, paylaşım ortamından atılmakta, dahası diğer sitelere naklen geçerse, ilk görüldüğü yerde vurulmaktadır :)
Paylaşılan bir insani ahlâk ve ortak iletişim pratikleri, küresel değişimin uçsuz bucaksız gerekliliklerine bir yanıt bulmak için kullanılabilir. Herkes tarafından eşit bir biçimde paylaşılan iletişim kurma yeteneğinin, sürdürülebilirlik çağındaki her bir bireyin, grubun, organizasyonun ve topluluğun hayatta kalabilirliğini mümkün olan en yüksek seviyeye çıkarmak amacıyla, eşitlikçi ve adil bir biçimde dizginlenmesi gerekebilir (2).
Peki, tüm bu etik sorunlara karşı başlangıç olarak hangi öneriler ortaya konulmalıdır? Halihazırda, bilinen sorunlardan yola çıkarak, WEB paylaşımına belli bir çıta koyma mümkün olabilir. Bunlardan birkaçı, yaşanan aykırılıkların çözümüne esas olmak üzere aşağıda verilmektedir:
1-bir üyenin aldığı ortalama yorum sayısı her dönem (bir gün / hafta /ay) aynı ise, yani değişken sayıda yorum almıyorsa, yorumlaşma süreci mekanik olmuştur; sanatla ilgisi kalmamıştır, sanata veya siteye katkısı olmamaktadır. Böylece sonuçta, ‘karşılıklılık ilkesi’nin işletildiği gözlenir; sanat veya siteye katkı için değil, mütekabiliyet / misilleme / iade-i ziyaret için yorum yazılmış olmaktadır; yeni katılan, iyi veya acemi şairlerin kendi halinde kalması, aileden sayılmaması sonucunu doğurur; sitenin sanata değil, dost işi paylaşıma yönelmesine yol açabilir.
2- bir üyenin aldığı ortalama yorum sayısı her dönem (bir gün / hafta /ay) farklı ise, yani değişken sayıda yorum alıyorsa, yorumlaşma süreci sanatla ilgilidir. Böylesi bir yorumlaşmada, karşılıklı ziyaret yerine ‘rastgelelelik ilkesi’ işletilmiş olmaktadır; bir üye siteye her bir girişinde favori / kayıtlı dost / şairine değil, ilk gördüğü şairin paylaşımına odaklanır; farklı zaman kesitlerinde yapıldığı düşünülürse Gauss dağılımı gibi günün yoğun saatleri hariç, giderek eşdüzeyli / homojen / bir yorumlaşmanın gerçekleşeceği gözlenir.
3-üyelerin katkı düzeyinin ayarlanması için kalitenin belli bir çıtanın üzerinde tutulması; sanata değer verenlerin, toplum için ürün verenlerin geri planda kalıp, sosyal ilişkiler için sanatçı olmayanların öne çıktığı sıradan ortamları engelleyecektir. Böylesi bir ortamı sağlamak için radikal önlemlerin alınması gerektiği açıktır; biri de sanatsal katkı vermeyenlerin ayıklanması sürecidir. Sanal paylaşımdan çıkarılmak, yoruma kırılanları da kapsar; ancak onlar, sanatla ilgili eleştirileri kabul edemedikleri için doğal ayıklanmaya uğrarlar. Katkı vermeyen karşılıklı yorumcular ise, site yönetimince teknik sayaçlarla izlenir ve belirli bir verimsizlik ölçütünde çıkarılırlar.
4-her paylaşım sitesinin, sanatsal dozu denetleyen ve koruyan bir ‘etik komitesi’ /’etik editörü’/ eliyle, bu konuda site tüzüğüne uygun /meşrû/ zemin yaptırımları gündeme getirilebilir. Bu yapı, yönetimin diğer birimlerinin sanatsal odaklanmasını örselemeyen biçimde kendi işini yönetmene de rapor ederek yapmasını, belirli bir politika oluşturmak için de veri tabanı sağlanmasına izin verir.
Verilen paket çözüm önerilerinden hiçbiri, bugüne dek mutlak çözüm olacak değerde görülmemiş olup, doğru olan çözüm de zaten tek değildir. Ancak etik paylaşımdaki sanatsal katkının artırılması ve düzeyin korunması açısından, bir tartışmanın başlatılması gereği açıktır. Gelişmekte olan teknolojik dünyada etiğin paylaşımdaki yerinin, asla başdöndürücü hızdan etkilenmeksizin gözardı edilmemesi gerekmektedir.
Kaynaklar:
(1) Ruhdan Uzun, “İletişim Etiği - Sorunlar ve Sorumluluklar”, ISBN: 978-975-507-208-1, Birinci Baskı 2007, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Kırkıncı Yıl Kitaplığı No:2.
(2) Robert Beckett, “İletişim Etiği ve Enformasyon: Küresel Dünyanın Vatandaşları Kendileri İçin düşünüyorlar”, The Institute of Communication Ethics, U.K., Postgraduate research, Radbaud University at Nijmegen, Netherlands.
Net etiği; kısaca Netiquette adı verilen kurallar geliştirilerek, bilgisayarların ve internetin kullanımında dikkat edilmesi uyulması gereken davranış kodları belirlenmeye çalışılmaktadır. Computer Ethics Institute’ye (Bilgisayar Etik Enstitüsü) dayanılarak hazırlanan ve netiquette’in temelini oluşturan ‘on emir’den ikisi; (i) Başka insanların entelektüel bilgilerini kendinize mal etmeyin; (ii) Bilgisayarı saygı duyulacak, hakkında bahsedilecek şeyler için kullanın; olarak verilir. İnternet iletişim kuralları; başkalarına karşı saygı, biçimsel özen ve içerikle ilgili özen konularında yoğunlaşmaktadır. Kimliğini saklayabileceğini umarak gerçek yaşamda benimsenmeyen davranışları sergilememek; saygılı olmak; duygusal yönden rahatsız edici iletilerin yayılmasına olanak vermemek; geçerli bir gerekçe olmadan kimliğini gizlememek; gereksiz yere büyük harfler ile yazışmaktan, sık sık özel simgeler kullanmaktan, esprili ya da alaycı anlatımlardan kaçınmak; başkalarının veri kaynaklarını, düşüncelerini ve yazılımlarını sahiplenmemek; kişilik haklarına ve özel yaşama saygı göstermek gibi kurallara uyulması istenmektedir. WEB paylaşımcısının, eleştirilere açık olmak, hatalarını kabul etmek gibi bireysel yükümlülüklerinin yanında toplumsal yükümlülükleri de olmalıdır. toplumun esenliği, sağlığı ve güvenliğine uygun paylaşımla yapmalıdır (1).
Yeni teknolojilerin kolaylaştırdığı fikri mülkiyet ihlalleri, mevcut mevzuat ile önlenememekte; sorunlar da koşut olarak artmaktadır. Çoğu WEB sitesinin en büyük çekincesi, çalıntı şiirleri yayınlamak, yahut bilmeden hukukî sorumluluk yüklenmektir. Belki alıntı yapmak; siteleri fazla bir yükümlülük altına sokmayabilir. “alıntı” ibaresinin unutulduğu gerekçesine dayalı olarak. Şiir ekleme sayfalarının altına, bu açıdan bir ibare konularak sorun, en azından kurumsal açıdan çözümlenmiş olabilir. Ancak kişiler açısından, telif hakkı doğuracak kadar gelişen bir şairin, şiirlerini çekip, kitabında yayınlamayı düşündüğü bir anda, telifin belirtilmediği bir ortamdan sanal olarak çalınan şiirler, başka adlarla, kısmen de olsa kullanılabilmektedir. Hattâ bazen, bulunduğumuz paylaşım sitelerinden, gruplarından buna benzer olayları duyulmakta, ancak çoğu kez de kanıtlar kişiselliğini koruduğundan, inandırıcı bir tepki veya çözümle sonuçlanmamaktadır. Sıklıkla, çalıntıya özenenler afişe edilmekte, paylaşım ortamından atılmakta, dahası diğer sitelere naklen geçerse, ilk görüldüğü yerde vurulmaktadır :)
Paylaşılan bir insani ahlâk ve ortak iletişim pratikleri, küresel değişimin uçsuz bucaksız gerekliliklerine bir yanıt bulmak için kullanılabilir. Herkes tarafından eşit bir biçimde paylaşılan iletişim kurma yeteneğinin, sürdürülebilirlik çağındaki her bir bireyin, grubun, organizasyonun ve topluluğun hayatta kalabilirliğini mümkün olan en yüksek seviyeye çıkarmak amacıyla, eşitlikçi ve adil bir biçimde dizginlenmesi gerekebilir (2).
Peki, tüm bu etik sorunlara karşı başlangıç olarak hangi öneriler ortaya konulmalıdır? Halihazırda, bilinen sorunlardan yola çıkarak, WEB paylaşımına belli bir çıta koyma mümkün olabilir. Bunlardan birkaçı, yaşanan aykırılıkların çözümüne esas olmak üzere aşağıda verilmektedir:
1-bir üyenin aldığı ortalama yorum sayısı her dönem (bir gün / hafta /ay) aynı ise, yani değişken sayıda yorum almıyorsa, yorumlaşma süreci mekanik olmuştur; sanatla ilgisi kalmamıştır, sanata veya siteye katkısı olmamaktadır. Böylece sonuçta, ‘karşılıklılık ilkesi’nin işletildiği gözlenir; sanat veya siteye katkı için değil, mütekabiliyet / misilleme / iade-i ziyaret için yorum yazılmış olmaktadır; yeni katılan, iyi veya acemi şairlerin kendi halinde kalması, aileden sayılmaması sonucunu doğurur; sitenin sanata değil, dost işi paylaşıma yönelmesine yol açabilir.
2- bir üyenin aldığı ortalama yorum sayısı her dönem (bir gün / hafta /ay) farklı ise, yani değişken sayıda yorum alıyorsa, yorumlaşma süreci sanatla ilgilidir. Böylesi bir yorumlaşmada, karşılıklı ziyaret yerine ‘rastgelelelik ilkesi’ işletilmiş olmaktadır; bir üye siteye her bir girişinde favori / kayıtlı dost / şairine değil, ilk gördüğü şairin paylaşımına odaklanır; farklı zaman kesitlerinde yapıldığı düşünülürse Gauss dağılımı gibi günün yoğun saatleri hariç, giderek eşdüzeyli / homojen / bir yorumlaşmanın gerçekleşeceği gözlenir.
3-üyelerin katkı düzeyinin ayarlanması için kalitenin belli bir çıtanın üzerinde tutulması; sanata değer verenlerin, toplum için ürün verenlerin geri planda kalıp, sosyal ilişkiler için sanatçı olmayanların öne çıktığı sıradan ortamları engelleyecektir. Böylesi bir ortamı sağlamak için radikal önlemlerin alınması gerektiği açıktır; biri de sanatsal katkı vermeyenlerin ayıklanması sürecidir. Sanal paylaşımdan çıkarılmak, yoruma kırılanları da kapsar; ancak onlar, sanatla ilgili eleştirileri kabul edemedikleri için doğal ayıklanmaya uğrarlar. Katkı vermeyen karşılıklı yorumcular ise, site yönetimince teknik sayaçlarla izlenir ve belirli bir verimsizlik ölçütünde çıkarılırlar.
4-her paylaşım sitesinin, sanatsal dozu denetleyen ve koruyan bir ‘etik komitesi’ /’etik editörü’/ eliyle, bu konuda site tüzüğüne uygun /meşrû/ zemin yaptırımları gündeme getirilebilir. Bu yapı, yönetimin diğer birimlerinin sanatsal odaklanmasını örselemeyen biçimde kendi işini yönetmene de rapor ederek yapmasını, belirli bir politika oluşturmak için de veri tabanı sağlanmasına izin verir.
Verilen paket çözüm önerilerinden hiçbiri, bugüne dek mutlak çözüm olacak değerde görülmemiş olup, doğru olan çözüm de zaten tek değildir. Ancak etik paylaşımdaki sanatsal katkının artırılması ve düzeyin korunması açısından, bir tartışmanın başlatılması gereği açıktır. Gelişmekte olan teknolojik dünyada etiğin paylaşımdaki yerinin, asla başdöndürücü hızdan etkilenmeksizin gözardı edilmemesi gerekmektedir.
Kaynaklar:
(1) Ruhdan Uzun, “İletişim Etiği - Sorunlar ve Sorumluluklar”, ISBN: 978-975-507-208-1, Birinci Baskı 2007, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi, Kırkıncı Yıl Kitaplığı No:2.
(2) Robert Beckett, “İletişim Etiği ve Enformasyon: Küresel Dünyanın Vatandaşları Kendileri İçin düşünüyorlar”, The Institute of Communication Ethics, U.K., Postgraduate research, Radbaud University at Nijmegen, Netherlands.
Kimin İçin Sanat?
'Kim İçin Sanat', sanatın ne için ve kim için yapıldığı konusunda süren bir kargaşanın; ortak noktalarını bulmayı amaçlayan, tümevarıldığında aslında herşeyin bir tek amaca hizmet ettiğinin farkındalığına odaklanan, 'toplum için sanat' ile 'sanat için sanat' ikilemini aşmaya çabalayan, fıtrat temelli öğretinin alt ürünlerinin bireyselliğinden başka birşey olmadığının algılanması ve çözüme başlangıç yapmayı önermek için kaleme alınmıştır.
Sanat; “bir duygu, tasarı, güzellik, ... anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık”, “belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım”, “bir şey yapmada gösterilen ustalık”, “bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü”, “zanaat”, "sanat en genel anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır." Kant: “sanatın kendi dışında, hiçbir amacı yoktur. onun tek amacı kendisidir. güzel sanatı ancak deha yaratabilir. Hegel: "sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. sanat, insan aklının ürünüdür. kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır." demektedir.
Kübist tablolarında Pablo Picasso, dünya'daki üç boyutun iki boyutla anlatılabilirliği üzerinde bir teknik önermiş, dahası doğru olanınsa üç boyutu aktarmak olacağını öngörmüştür. Yani burada sanat, yaşamdan kesitlerin aktarımındaki araç anlamındadır. Picasso'nun “en tanınmış eseri Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eseridir. Resim 1937'de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid'de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, ‘bu resmi siz mi yaptınız?' diye soran bir Alman generaline, ‘Hayır, siz yaptınız!' cevabını vermiştir.” Yani bu tablosunda, ‘toplum için sanat' yapılmıştır. Toplum, savaşın acılarını yaşayandır; sanat, acıların aktarımındaki teknik ve yaratıcılıktır. Diğer taraftan Picasso'nun yakın dostları, genelde şairdir.
Şairler ve ürettikleri şiirlerin, 'toplum için sanat'a yönelik olup olmadığı mı tartışacağız? İsterseniz bu kez tersine giderek, doğru sonuca ulaştırmaya çabalayan bir tartışma düzleminde olalım: yani 'olmayana ergi yöntemi' ile çalışalım..
Nazım veya bir Yücel; sanki onlar bir anda oluşuveren kişilikleriyle, ortaya döktükleri dizeleri süpürüp halkın önüne koydular.. Sanki onlar, doğuştan şair olmak için yetiştirildiler, görevlendirildiler; acıları da heybelerinde getirdiler..
Elbette ki değil! Onlar sadece, duyarlı ve eli kalem tutan, kendini ikinci planda tutmasını bilen kişiler olarak toplumu aydınlatmayı, ışık vermeyi seçtiler; cesur yürek olmadıklarını kim söyleyebilir? Suya sabuna dokunmayan onca insanın yanında, susulan zamanda ses ürettiler. Çoğu da ölüp gittiklerinde ancak değer kazanacaklarını bile bile, bundan caymadılar; kendi renklerini ayrı tuttular; acıları toplumun acılarıyla eşleşenleri sürdüler.. Kendilerinde gelişen üst bakışı, farklı algılama gücünü, toplumun hizmetine sundular.
Sanki 'sanat için sanat', hangi insanı, ne kadar eğitti de; sadece içindeki farklı güzelliği duyumsayıp, kimseye bir yararı olmadan sönüp gitti.. Gerçekte sanat, algılama gücünün insana yöneltilen; pastoral olsa doğayı anlamasına yarayan; epik olsa ulusal kültürünü korumaya kışkırtan; didaktik olsa öğretileri bir bir veren; görsel/ezgisel sanat olsa başka bakışlarla farkındalık sunan bir toplum hizmetidir. Yani duyumsatılan her bir güzelliğin, kötülüğün heybesinden bir kaç günahı daha alıp gitmeyeceğini, kim söyleyebilir?
Genele erişmek, tümevarmak, yapılan bireysel işlerin insan gibi, komple bir mekanizmanın alt parçaları olduğunun bilincine ulaşmak; içinde benliğin eriyip gideceği önemli kulvarlardan birinde olduğunun farkındalığına sahip olmak; ne kadar zor, değil mi?
Şiir, kolay değilmiş demek ki! Bu işin zorluğunu, içinde taşıdığı ağır toplumsal yükün, çözülmesi gereken sorunlara eğilmenin sorumluluğuna bağlamakla; sıradan işlerden değil, ön saflarda yer alan cesur neferlerden kurulu olduğunu anlamak zorunda kalacağız.
Canı sıkıldığında iki satır karalamanın, hangi özü verebilir olduğunu; sıradan sıkıntıların, kendilerinin çözemediklerini sayfalarca anlatan dizeleri okuma sabrını gösterecek, bunları dinleyecek zamanı olan bir toplumu bulmanın zorluğu düşünüldüğünde; eldeki kalemin korkudan titremesi gerektiğini görmek, ne kadar zor!
orhanti.
Sanat; “bir duygu, tasarı, güzellik, ... anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık”, “belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım”, “bir şey yapmada gösterilen ustalık”, “bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü”, “zanaat”, "sanat en genel anlamıyla, yaratıcılığın ve/veya hayal gücünün ifadesi olarak anlaşılır." Kant: “sanatın kendi dışında, hiçbir amacı yoktur. onun tek amacı kendisidir. güzel sanatı ancak deha yaratabilir. Hegel: "sanattaki güzellik doğadaki güzellikten üstündür. sanat, insan aklının ürünüdür. kendisine doğanın taklidinden başka amaç bulmalıdır." demektedir.
Kübist tablolarında Pablo Picasso, dünya'daki üç boyutun iki boyutla anlatılabilirliği üzerinde bir teknik önermiş, dahası doğru olanınsa üç boyutu aktarmak olacağını öngörmüştür. Yani burada sanat, yaşamdan kesitlerin aktarımındaki araç anlamındadır. Picasso'nun “en tanınmış eseri Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını anlatan Guernica adlı eseridir. Resim 1937'de yapılmıştır. Bu resim şu anda Madrid'de Reina Sofía Müzesinde bulunmaktadır. Picasso, bir sergisi sırasında kendisine, ‘bu resmi siz mi yaptınız?' diye soran bir Alman generaline, ‘Hayır, siz yaptınız!' cevabını vermiştir.” Yani bu tablosunda, ‘toplum için sanat' yapılmıştır. Toplum, savaşın acılarını yaşayandır; sanat, acıların aktarımındaki teknik ve yaratıcılıktır. Diğer taraftan Picasso'nun yakın dostları, genelde şairdir.
Şairler ve ürettikleri şiirlerin, 'toplum için sanat'a yönelik olup olmadığı mı tartışacağız? İsterseniz bu kez tersine giderek, doğru sonuca ulaştırmaya çabalayan bir tartışma düzleminde olalım: yani 'olmayana ergi yöntemi' ile çalışalım..
Nazım veya bir Yücel; sanki onlar bir anda oluşuveren kişilikleriyle, ortaya döktükleri dizeleri süpürüp halkın önüne koydular.. Sanki onlar, doğuştan şair olmak için yetiştirildiler, görevlendirildiler; acıları da heybelerinde getirdiler..
Elbette ki değil! Onlar sadece, duyarlı ve eli kalem tutan, kendini ikinci planda tutmasını bilen kişiler olarak toplumu aydınlatmayı, ışık vermeyi seçtiler; cesur yürek olmadıklarını kim söyleyebilir? Suya sabuna dokunmayan onca insanın yanında, susulan zamanda ses ürettiler. Çoğu da ölüp gittiklerinde ancak değer kazanacaklarını bile bile, bundan caymadılar; kendi renklerini ayrı tuttular; acıları toplumun acılarıyla eşleşenleri sürdüler.. Kendilerinde gelişen üst bakışı, farklı algılama gücünü, toplumun hizmetine sundular.
Sanki 'sanat için sanat', hangi insanı, ne kadar eğitti de; sadece içindeki farklı güzelliği duyumsayıp, kimseye bir yararı olmadan sönüp gitti.. Gerçekte sanat, algılama gücünün insana yöneltilen; pastoral olsa doğayı anlamasına yarayan; epik olsa ulusal kültürünü korumaya kışkırtan; didaktik olsa öğretileri bir bir veren; görsel/ezgisel sanat olsa başka bakışlarla farkındalık sunan bir toplum hizmetidir. Yani duyumsatılan her bir güzelliğin, kötülüğün heybesinden bir kaç günahı daha alıp gitmeyeceğini, kim söyleyebilir?
Genele erişmek, tümevarmak, yapılan bireysel işlerin insan gibi, komple bir mekanizmanın alt parçaları olduğunun bilincine ulaşmak; içinde benliğin eriyip gideceği önemli kulvarlardan birinde olduğunun farkındalığına sahip olmak; ne kadar zor, değil mi?
Şiir, kolay değilmiş demek ki! Bu işin zorluğunu, içinde taşıdığı ağır toplumsal yükün, çözülmesi gereken sorunlara eğilmenin sorumluluğuna bağlamakla; sıradan işlerden değil, ön saflarda yer alan cesur neferlerden kurulu olduğunu anlamak zorunda kalacağız.
Canı sıkıldığında iki satır karalamanın, hangi özü verebilir olduğunu; sıradan sıkıntıların, kendilerinin çözemediklerini sayfalarca anlatan dizeleri okuma sabrını gösterecek, bunları dinleyecek zamanı olan bir toplumu bulmanın zorluğu düşünüldüğünde; eldeki kalemin korkudan titremesi gerektiğini görmek, ne kadar zor!
orhanti.
Halil İbrahim Sofrası
dilli çulun hâli, zifir çıra;
ahlı vahlı yarasına zefiran çalın! çiğ süte değer haram, zenne!
zilli söze çare, hani?
ağu süre, acı kader töze;
-çilen, bite!
küf tutanda, musalla taşır işi;
tavaf elinde câhile, Hicaz üşür;
denize nâzır, yalı çapkını; çölü aşır!
tehir eder acili; alı, curuf akanda
erinme hadi, soruları çöz; ilenme!
-kehel, muzur!
ister şimdi çek, yükünü;
-istersen hesaba düş!
biri, tapar sikkesine; obur!
kelâmsa, pir;
-hokkasına doyar!
iki de bir külü kaşır, Âraf kulu
köz, ışır; asar yaftasına;
dili, sarsak; küfür eser
çene kemiği, örsek; kör bakar!
kabir sınar; kili, kursak;
-söze, mühür!
kof olanda öşür; salla gitsin!
yap boz değil, defter-i kebir
tahtasına düşer im; böyle belle!
kâfir ile mâhir kim ola?
doğrusuna kâm, eğrisine kûn;
-mizân, kadir!
kim gide, kim kala bu sofrada?
dakkasına salmaz; ruhu, uçar!
hile düşer okkasına bey'in;
cukkasına iki tabur efe gelir;
kemi, kümü yok; hadi deyin!
cürmü kadar ehil mi hâlin?
-aşına mı, işine mi;
-nesine kefil!
özü, talaz olur takkesine;
-kim bilir, nasıl tozar!
râzı mı akçesine, soran?
gaybı kör, kıssasına;
-bilen, bilir!
Adelli, 1919
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)